www.ocianews.com/ bedava bahis bahis siteleri
Bugun...


Sırlar Dünyası

facebook-paylas
DOGON KABİLESİ, SİRİUS B VE YUNUS VARLIKLAR
Tarih: 17-12-2022 21:23:00 Güncelleme: 17-12-2022 21:30:00


Robert Temple’ın yazdığı ‘Sirius Gizemi’ adlı kitapta, adı Godonlar olan Tımbuktu yakınlarındaki Afrikalı bir kabile hakkındaki gerçekleri, bilim adamlarının bunu uzun zamandır bilmelerine rağmen ilk gözler önüne seren birkaç kişiden biridir.
Bu kabile, günümüzün dünyaya bakış açısıyla elde etmeleri mümkün olmayan bilgilere sahiptir. Ellerindeki bilgi, evrende yalnız olduğumuzla ilgili tüm bildiğimizi sandıklarımızı çökertmektedir.
Dogonların arazileri içinde dağın derinliklerine uzanan bir mağaranın duvarları 700 yıllık çizimlerle doludur. Kabilenin kutsal adamı mağarayı korumak üzere önünde oturur. Bu onun ömür boyu sürecek işidir. Kabile Öldüğü zaman yerini bir başka kutsal adam alır. Bu mağarada inanılmaz çizimler ve bilgi parçaları vardır.
 
Fotoğraf açıklaması yok.
 
Fotoğraf açıklaması yok.
 
 
Fotoğraf açıklaması yok.
Öncelikle, gökteki en parlak yıldızdan söz ediyoruz (bilinen büyüklüğü 1.4) - Sirius, şimdilerde Sirius A deniliyor. Orion Kemeri’ne bakarsanız, üç tane sıraya dizilmiş yıldız görürsünüz, o çizgiyi aşağı sola doğru takip ettiğinizde çok parlak bir yıldızı fark edersiniz, Sirius A. Eğer yukarı doğru, yaklaşık iki misli uzaklığa bakarsanız, Pleides’i görürsünüz.
Dogon mağarasındaki bilgiler, Sirius’un çevresinde dönen bir başka yıldıza işaret eder. Dogonlar bu yıldız hakkında kesin bilgiler verirler; çok eski, çok küçük ve evrenin en ağır maddesinden (yakın ancak hatasız değil!) yapıldığını anlatırlar.
Bu küçük yıldızın, Sirius çevresindeki turunu ‘yaklaşık elli senede tamamladığını söylerler. Bütün bunlar oldukça detaylı konular. Astronomlar, Sirius B’nin, beyaz cücenin, varlığını 1862’de, diğer bilgileri ise ancak on beş ya da yirmi yıl önce ispat edebilmişlerdir. Biraz sonra anlayacağınız gibi, yıldızlar, insanlar gibidir. Canlıdırlar, kişilikleri ve bizim gibi özellikleri vardır. Bilimsel açıdan bakıldığında, büyüme aşamaları vardır. Hidrojen güneşlen olarak başlarlar, bizde olduğu gibi, iki hidrojen atomu füzyon reaksiyona girerek helyum meydana getirirler. Bu süreç, bu gezegende var olan tüm hayatı ve ışığı yaratır. Bir yıldız giderek olgunlaştığında, başka bir füzyon süreci başlar helyum süreci üç helyum atomu bir araya gelerek karbon meydana getirirler.
Bu büyüme süreci, aşamalardan geçerek, atomik tabloda belli bir seviyeye ulaşana kadar devam eder. Bu nokta yıldızın yaşam süresinin sonunu gösterir. Yaşamının sonunda, bildiğimiz kadarıyla, bir yıldızın yapabileceği iki temel hareket vardır. Pulsarlar ve magnetarlar üzerine edinilen yeni bilgiler daha başka seçenekler verir. ( pulsar, düzenli aralıklarla elektromanyetik enerji yayan gök cisimlerine verilen isimdir) Yıldızın birinci yapabileceği, patlayarak bir süpernova, yüzlerce bebek yıldıza rahim vazifesi görecek devasa bir hidrojen bulutu haline dönüşebilir. İki, hızla genişleyerek, kırmızı dev, tüm gezegenlerini kapsayan dev bir patlamayla onları yakıp, tüm sistemi de çökerterek toz haline geldikten sonra, uzun bir süre genişlemiş durumda kalabilir. Sonra, yavaş yavaş, beyaz cüce denilen küçük, eski bir yıldıza dönüşecektir.
Bilim adamlarının Sirius çevresinde dönerken bulduğu, Dogonlann anlattığına bire bir uyan, bir beyaz cüceydi. Bilim, onun ağırlığını ölçmeye kalktığında bulduğu, onun ‘evrendeki en ağır madde’ olduğuydu.
İlave olarak, bilim adamları daha büyük olan Sirius A’nın çevresinde dönen Sirius B‘nin rotasyon kalıbını incelediklerinde, 50.1 yıl olduğunu buldular. Bu, kesinlikle bir tesadüf olamaz. Rakamlar çok yakın ve çok gerçek. O zaman, bu eski, ilkel kabile, bir yıldız hakkında, bilimin henüz bu yüzyılda ölçebildiği bu kadar ayrıntılı bilgiyi nasıl edinmiş olabilir?
Bu, bilginin sadece bir kısmı. Godonlar, Neptün, Pluto ve Uranüs son zamanlarda keşfedildi de dahil olmak üzere, güneş sistemimizdeki tüm diğer gezegenleri biliyorlardı. Bu gezegenlere uzaydan yaklaşıldığında, tam olarak nasıl göründüklerini de biliyorlardı.
Bizler bu bilgileri son zamanlarda edindik. Akyuvar ve alyuvarları ve bizlerin gene son zamanlarda elde ettiğimiz, insan bedenine ait her türlü fizyolojik bilgiye de sahiptiler. Tüm bunlar ‘ilkel’ bir kabileden gelen bilgiler! Doğal olarak, Dogonlann bu bilgileri nasıl edindiklerini öğrenmek üzere, bir grup bilim adamı gönderildi. Bu hareket bilim adamları adına bir hata içeriyordu, çünkü, Dogonların böyle bir bilgiye sahip olduklarını kabul ettikleri takdirde, nasıl elde ettiklerini de kabul etmek durumunda kalacaklardı. ‘Bunları nasıl öğrendiniz?’ diye sordukları zaman Dogonlar, mağaralarının duvarlarındaki çizimlerinin onlara gösterdiği cevabını verdiler. Bu çizimler, gökten gelen ve üç bacağı üzerine inen bir uçan daireyi göstermekteydi. Uçan daireyle gelen varlıkların yerde büyük bir çukur kazdıkları, bunu suyla doldurdukları, gemilerinden suyun içine atladıkları ve kıyıda sudan çıktıkları da çizimlerde gösteriliyordu. Bu varlıklar yunus balıklarına çok benziyorlardı, hatta belki de gerçekten yunus balıklarıydılar, bunu kesin olarak bilmiyoruz. Daha sonra, bu varlıklar Dogonlarla iletişim kurmaya başladılar. Nereden geldiklerini anlattılar ve bütün bu bilgileri verdiler. Dogonlar bunları anlattılar. Bilim adamları öylece oturdular. Ve, en sonunda şöyle dediler, ‘Yoo, biz bütün bunları duymadık.’ Çünkü, bunlar bildiklerini sandıkları hiçbir şeye uymamıştı, böylece bu bilgileri kafalarındaki bir halının altına süpürdüler. Bir çok insan, bilim adamları da dahil, bu tür bilgileri ne yapmaları gerektiğini bilemez. Bunun gibi, ne yapacağımızı bilemediğimiz çok fazla bilgi vardır. Bu olağandışı bilgileri, bildiğimizi düşündüğümüzle bağdaştıramayınca, bir yerlere tıkıştırırız çünkü, eğer korursak, o zaman geliştirdiğimiz teoriler işlemez hale gelirler.
İşte Dogonların bildiği bir şey daha ;
bilim adamları bilgisayarlar Sirius A ve Sirius B’nin yörüngelerini hesap edene kadar ona anlam veremediler. Dogon mağarasmda görülen şekil, Dünyadan bakıldığında, Sirius B’nin Sirius A çevresinde dönerken 1912 yılından 1990 yılına kadar olan belirli bir zaman diliminde meydana getirdiği şekille birebir örtüşmekteydi. Yunuslar, ya da her ne varlık idilerse, bugünkü bilgilerle elde edilen çizimi/zaman çerçevesini, Dogonlara en az 700 yıl önce vermişlerdi.
Ama kısaca bakarsak, 1912, zaman içinde yolculuk ve dünya dışı Gri’lerle insanlar üzerine yapılan deneylerin başladığı yıldır. 1990 ise, gezegenimizin yükseliş ağının tamamlandığı yıldır. Bu dönem içinde bir çok başka olaylar da olmuştur. Dogon duvar çizimlerinin bu döneme işaret etmesi açık bir kehanet olarak algılanabilir.
 
Fotoğraf açıklaması yok.
Afrika’da, Dogonlann yaşadığı yerde, Sirius yıldızı ufkun gerisine kayarak birkaç ay gözden kaybolur ve 23 Temmuz sabahı, güneşin doğuşundan bir dakika önce, ufiik çizgisinin hemen üzerinde, parlak kırmızı bir renkte, hemen hemen tam olarak doğuda tekrar belirir. Altmış saniye sonra güneş doğar. Sirius’u bir an görürsünüz ve gene kaybolur. Bu olaya Sirius’un helezoni doğuşu denir; sadece Dogonlar ve Mısır için değil, bir çok eski dünya medeniyeti için de çok önemli bir andır. Bu, Sirius, Güneş ve Dünyanın uzay boyunca düz bir çizgi üzerine dizildikleri andır. Mısır’da hemen hemen tüm tapınaklar, Sfenksin baktığı yön de dahil, bu çizgiyle uyumludur. Mısır’da bir çok tapınağın duvarının bir yerinde küçük bir delik vardır, ve başka bir duvarda bir başka küçük delik, ve gene başka bir duvarda bir küçük delik, başka duvar ve deliklenn yönlendirdiği boş bir iç odaya girilir. Bu odanın ortasında, granitten vapılmış, geometrik olarak bir küpe ya da Altın Aritmetik ortalama Dikdörtgenine benzeyen bir yapı ve üzerinde bir işaret bulunur. Sirius’un helezoni doğuşu anında, yakut kırmızısı ışık mihraba birkaç saniye vurur. Bu olay, onların yeni yılını başlattığı gibi, kadim Mısır’ın Sotik takviminin de ilk günü olurdu.
Ancak Dogon çizimleri Afrika kökenlidir.
Dogonların yaradılış hikayesinde anlattıkları: Gökten bir uçan daire geldi ve üç bacağının üzerine Titikaka Gölü’ne, Güneş Adası’na indi. Yunus benzeri yaratıklar suya atladılar, insanlara doğru geldiler, nereden geldiklerini anlattılar, ve İnka öncesi halklarla bir ilişki başladı. Hikayeye göre, Gök İnsanları ile olan bu ilişki sonucunda İnka medeniyeti meydana geldi.
Sonraları, Avustralya çıkışlı ‘Simply Living’ dergisi, konuyla ilgili bir dizi makale yayınladı. İnsanlar araştırmaya başlayınca, dünya üzerindeki kültürlerin benzer hikayeleri olduğu anlaşılmıştı. Tercümesi, Sanskritçe orijinalinin altında verilmiştir. Bir çok yıldan beri, araştırmacılar, her bir Sanskritçe sesin matematiksel bir değere denk geldiğini keşfetmişlerdir. Sanskritçe’de mümkün olan değişik sesleri göstermektedir. Her sesin sıfırdan dokuza kadar bir matematiksel değeri vardır, ve bazı hecelerin iki tane sayısal değeri bulunmaktadır. Örneğin, ka, ilk seslerden biridir, ruh anlamına gelir ve kullanımına bağlı olarak, ya sıfıra ya da bire denk gelir. Araştırmacılar, farklı ses değerlerini bu şiire uyguladıklarında, son derece ilginç, matematiksel rakamlar ortaya çıkmıştır: 0.3141592653589... böylece 32 hane daha uzayıp gider! Bu, pi sayısının ona bölünüp otuz iki hane taşınmış halidir! Şimdiye kadar hiç kimse ondalık noktayı nasıl çözeceğini bulamamıştır, bu nedenle pi sayısı on üzerindendir. Eğer, ondalık noktayı sağa doğru bir hane ilerletirseniz, o zaman, 3.1415 elde edilir ki bu da dairenin çapının çevresine bölünmüş halidir. Dairenin çapının çevresine bölünmüş halini bildiklerini kabul etsek bile, bizim kültürümüz anlayışının kadim insanlara bakış açısına göre, bu kadar hatasız olarak hesap etmelerinin imkanı yoktur. Ancak, önümüzde inkar edemeyeceğimiz kanıtlar vardır.




YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI