www.ocianews.com/ bedava bahis bahis siteleri
Bugun...


DOBRA DOBRA

facebook-paylas
Ekonomik kriz ve toplumsal tepkisizlik
Tarih: 23-07-2023 13:17:00 Güncelleme: 23-07-2023 13:17:00


Türkiye’de sivil toplum çok ciddi bir darbe aldı. İnsanların organize olması, toplumsal bir dayanışma göstermesi iyice zorlaştırıldı. Örgütlenme özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, ifade özgürlüğü gibi temel hak ve hürriyetler uzun süredir yaygın ve sistematik olarak ihlal ediliyor.

Yıllar önce Stjepan Mestroviç’in Duyguötesi Toplum kitabını okumuştum. Mestroviç duyguötesi toplumdan bahsederken David Riesman, Jean Baudrillard, George Ritzer’in teorilerine de referans vererek günümüz toplumunu analiz ediyordu. Kitapta en ilgimi çeken kısımlardan biri (ki aradan geçen zamana rağmen çok net hatırlıyorum) geçmişte çok ciddi toplumsal hareketlere sebep olacak olayların ve durumların günümüz toplumlarında en ufak bir eyleme bile yol açmamasına ilişkindi.

Kitapta insanların, dünyanın gidişatını değiştiremeyeceklerini düşündükleri için eyleme geçmeyip mevcut düzeni kabul ettikleri anlatılıyordu. Gerçekten de savaşları, sosyal adaletin olmayışını, eşitsizlikleri vs. düşündüğümüzde bunların büyük ölçüde kabullenildiğini görüyoruz. Düzenin değişmesini talep eden büyük çaplı eylemlere ya da toplumsal hareketlere şahit olmuyoruz. Arap baharı gibi bazı istisnalar olsa da genel anlamda içinde bulunduğumuz durum çaresizce kabullenilmiş diyebiliriz. Benzer bir kabullenişi Türkiye’de de görmek mümkün. Bunun üzerine biraz düşünmek gerekiyor.

Uzun süredir ekonomik bir buhran yaşıyoruz. Son birkaç yıl içerisinde toplumun büyük kısmı çok ciddi bir biçimde yoksullaştı ve yoksullaşmaya devam ediyor. Bunun yanında sel, deprem, orman yangınları gibi doğal afetler de yakamızı bırakmıyor. Bu doğal felaketlerle mücadele noktasında iktidar çok kötü bir sınav veriyor. Toplumda inanılmaz bir mutsuzluk ve umutsuzluk hâkim. Küçük bir zümre dışında herkes geçim sıkıntısı çekiyor ve gelen zamlar hayatımızı her gün biraz daha zorlaştırıyor.

Bunca sıkıntıya rağmen toplumda neredeyse hiçbir hareketlilik olmuyor. Vergiler üçe beşe katlanırken de maaşlara hakkaniyetli bir zam yapılmadığında da kimsenin sesi çıkmıyor. Bu bana çok ilginç geliyor ve sebeplerini anlamaya çalışıyorum. Aklıma gelen bazı sebepleri paylaşmak istiyorum.

Öncelikle, Türkiye’de sivil toplum çok ciddi bir darbe aldı. İnsanların organize olması, toplumsal bir dayanışma göstermesi iyice zorlaştırıldı. Örgütlenme özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, ifade özgürlüğü gibi temel hak ve hürriyetler uzun süredir yaygın ve sistematik olarak ihlal ediliyor. Polis barışçıl gösteri yürüyüşleri ve protestolara ölçüsüz bir şekilde müdahale ediyor. İnsanlar hukuka aykırı olarak gözaltına alınıyor, hatta tutuklanıyor.

Söz konusu hakların kullanımını sınırlamak mümkün ancak bu sınırlamalar yalnızca kanuna dayanarak ve belli koşullarda yapılmalı. Bizde ise bu hakların kullanımı herhangi bir hukuki dayanak olmadan keyfi olarak engelleniyor. Bu, toplumun giderek daha da sinmesine sebep oluyor. Zaten bu müdahaleler sadece müdahale edileni ilgilendirmez genelde. Amaç topluma da mesaj vermektir. Siz de bir şeyleri eleştirmek için ya da bir hakkı aramak için sokağa çıkarsanız başınıza bunlar gelebilir denilmektedir. Bu durumun Türkiye’ye özgü olmadığını belirtelim. Baskıcı toplumlarda bu yöntem sıkça kullanılır.

Türkiye’deki sessizliğin başka bir nedeni de çatlak sesleri bastırmak için kullanılan ‘terörist’ söylemi. İktidara yönelik herhangi bir eleştiri yapıldığında eleştirene Fetöcü ya da PKK’lı damgaları yapıştırılması rutin hâline geldi. İş öyle bir boyuta ulaştı ki Andy Warhol’un “Herkes bir gün 15 dakikalığına ünlü olacaktır.” sözü gibi “Herkes bir gün terörist olmakla itham edilecektir.” diyebiliriz. Alternatif olarak “Her nefis ölümü tadacaktır.” ifadesinden yola çıkarak “İktidara eklemlenmeyen her nefis bir gün terörist ithamını tadacaktır.” da denilebilir.

Bu durumun oluşmasında özgür bir basın olmamasının da etkisi var. Ana akım medyanın çok büyük oranda iktidar tarafından kontrol edildiği bir ülkede terörist olmakla itham edildiğinizde kendinizi savunma ve ithamları bertaraf etme imkânınız yok denecek kadar az. Televizyon kanalları, gazeteler ve hatta sosyal medya kullanılarak böyle bir yaftalamaya maruz kaldığınızda hakkınızdaki iddiaları nasıl çürütebilirsiniz ki? Birkaç muhalif kanala çıkıp derdinizi anlatsanız bile toplumun çok büyük bir kısmına ulaşma şansınız maalesef yok. Hâl böyle olunca insanlar susup oturmayı tercih ediyor.

Geçtiğimiz günlerde, artan vergiler ve hayat pahalılığı sebebiyle muhalefetin de çağrısıyla insanlar Kenya’da sokaklara döküldü. Birkaç yıl önce benzer eylemler Şili’de gerçekleşmişti. Metro bileti ücreti 30 peso (0.04 dolar) arttığında binlerce insan hem bu artışı hem de ekonomiyi ve eşitsizlikleri protesto etmek için ülke tarihinin en büyük eylemlerinden birini yaptılar.

Tunus, Arjantin, İran gibi ülkelerde de ekonomik nedenlerle protestoların gerçekleşiyor ama Türkiye’de bunu görmüyoruz. Kendi aramızda her gün ekonomik sıkıntıları konuşuyor olsak da eyleme geçmiyoruz, çünkü korkuyoruz. “Silivri soğuktur” ifadesi şaka gibi kullanılsa da acı bir gerçek. Protestoyu geçelim, basına yansıyan eleştiriler bile tutuklanmaya yol açabiliyor (Ekmek Üreticileri Sendikası Başkanının tutuklanmasında olduğu gibi). Bu da insanların sessiz kalmasına yani toplumsal tepkisizliğe yol açıyor.

Son olarak, bu sessizliğin bir sebebi de demokrasimizin aldığı yara. Türkiye’de demokrasi bilincinin pek kuvvetli olmadığını ve çoğu insanın milletvekillerine kendi temsilcileri olarak bakmadığını biliyoruz. Demokrasiyi seçimlere indirgeyen ve 4-5 yılda bir takım tutar gibi tuttuğu partiye oy vermeyi demokrasi zanneden insanların sayısı hayli fazla. Hâl böyle olunca parlamentonun işlevsizliği görmezden geliniyor. Halktan toplanan vergilerin nereye ve nasıl harcandığının sorgulanması bir yana bu konu gündeme dahi gelmiyor.

Hâlbuki vergi ve demokrasi arasında çok önemli bir ilişki vardır ve tarihsel pek çok olayda bu ilişkinin yansımalarını görürüz. Örneğin, Boston Çay Partisi hadisesinde Birleşik Krallık Parlamentosunda temsil edilmeyen Amerikan kolonileri çaydan alınan yüksek vergiler yüzünden tonlarca çayı denize dökmüştü. Olayın tarihsel başka boyutları olmakla birlikte bu eylem Amerikan Devriminin mottolarından olan “Temsil yoksa vergi de yok” ile paralel bir çizgideydi.

Peki, bizim parlamentodaki temsilcilerimiz katlanarak artan vergilerle ya da ekonominin vahim gidişatı ile ilgili dikkat çekici bir şey söylüyor mu? Vatandaşların çektiği ekonomik sıkıntılar milletvekillerinin umurunda mı? İktidar partisini bir kenara bırakalım, muhalefet milletvekilleri bile ses getirecek bir duruş sergilemiyor ne yazık ki. Topluma sirayet eden tepkisizlik muhalefette de görülüyor. Hepimiz kaderimize razı olup hayatta kalmaya çalışıyoruz. İtiraz etsek de gidişatı değiştirebileceğimize inanmıyoruz.

Daha adil bir vergi sistemi, yoksullukla mücadele veya sosyal adaleti sağlamaya yönelik politikalar oluşturulmasını istesek de sonuç alamayacağımızı düşünüyoruz. Buna bir de korku eklenince herhangi bir eylem yapılma olasılığı ortadan kalkıyor. Çünkü eylem yapmak bir yana eylemden bahsetmek bile tehlikeli hale geldi. Gezi protestolarının kriminalleştirilme çabası da bunda etkili oldu.

Toplumsal bir talebe ilişkin herhangi bir eylem benzer bir sonuç doğurabilir diye düşünmeden edemiyor insanlar. İtiraf edeyim, bu satırları yazarken ben de başıma bir şey gelir mi diye düşünmedim değil. Gelmemesini ummaktan başka yapabileceğim bir şey yok maalesef…

https://www.politikyol.com/ekonomik-kriz-ve-toplumsal-tepkisizlik/





YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI